1930'ların Fransa'sında bir mahkum, hikayemizin baş kahramanı, sürgün olarak Güney Amerika'daki Şeytan Adası'na gönderilir. Zorlu hayat şartları ve adaletin göz ardı edilişine tanıklık ederken, bir diğer suçluyla ikili bir dostluk kurar. Dahi bir stratejist olan bu mahkum, kahramanımızın içinde umudun ve özgürlüğün meşalesini yeniden yakar.
Hepimizin zaman zaman karşılaştığı adaletsizlik ve çaresizlik temalarının üzerine inşa edilen bu film, izleyicisine derin bir empati duygusu aşılar. Şeytan Adası çevresinde şekillenen bu hikaye, insana olan inancın ve dostluğun kaybedilmiş bir ruhu nasıl yeniden canlandırabileceğini anlatır.
Her karakterin kendi hikayesi ve karmaşık duyguları vardır. Oyuncuların performansları, belirsizliğin, korkunun ve umudun çıplak gerçekliğini yansıtırken, seyirciyi her anlamda abartısız bir hikayeye çeker. Bu film ayrıca, hapsedilmiş bir ruhun özgürlüğe olan özlemini ve bu özlemi gerçekleştirebilmek için neler göze alabileceğinin canlı bir portresini çizer.
Özgürlüğün maddi olmayan bir hazine olduğunu hatırlatan bu film, en zor koşullar altında bile insanın kendi kaderini çizebileceğini gösterir. İnsanın yılmaz iradesinin ve kararlılığının bir kez daha altını çizen bu etkileyici yapıt, bir insanın özgürlüğe olan inancını ve bu uğurda verdiği mücadeleyi anlatır. Şeytan Adası, size bir kaçış hikayesinden daha fazlasını sunar, insanın içindeki umudu ve özgürlüğe olan inançla yapılan mücadeleyi gösterir.
